Dienstag, 22. März 2011

Trabzonlu Sanatcilar erkan ocakli Mackali hasan tunc volkan konak


   Erkan OCAKLI
1949 yılında Trabzon’da doğdu. Aslen Artvin Arhavi’li. Çocukluğu Maçka’da geçti. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi mezunu. Kırka yakın albüm yaptı. Altı tane de filmde oynadı, yönetmenlik yaptı. Televizyon programları yaptı. İki kere evlendi, iki çocuğu var.

 
Erkan Ocaklı, otuz beşinci sanat yılında.....

Söyleşi ;
          Yaş Otuz beş, yolun yarısı demek
‘Misiri kuruttun mi, Ula Ula Niyazi’ gibi Karadeniz klasiklerine imza atan Erkan Ocaklı, derin bir inzivadan “Kurtlar Sofrası” adlı albümle uyandı. 1970’li yılların başında, elinde bağlamasıyla Karadeniz’in hiç de alışık olmadığı bir yoldan müzik dünyasına girdi, hit parçalar üretti. Yaptığı plak ve albümlerin sayısını unuttuğunu söylese de, kırka yakın albüm, üç yüz elli civarında besteye imza attı. Taş plaktan, cdli albüme kadar her dönemde söyleyecek bir türküsü mutlaka oldu. Ocaklı bu günlerde, daha da olgunlaşmanın verdiği birikimle, daha çok evrensel mesajlar veriyor ve
“İki tane yavrum olsun, biri Sevda, biri Barış
Özgürlüğün yollarında yarış Ocaklı yarış.
Denizlerden karalara ulaş sevdam, ulaş sevdam
Barış dolu bir dünyada, dolaş sevdam, dolaş sevdam” diyor.
Türk Halk Müziği’ne verdikleri ve vermedikleriyle her dönemde adında söz ettirdi. Son dönemlerde, yeni çıkan seslerin ve yüzlerin gölgesinde unutulmuşluğu yaşadı. Bu bir anlamda, o piyasanın ve hızlı tüketimin bir sonucuydu. Ocaklı ile söyleşimiz, daha çok müzik yolculuğu üzerine. Futbola girmek istedik ancak, Türk Halk Müziği’nin köklü isimlerinden Ocaklı, notalı geçişlerle, konuyu müziğe getirmeyi başardı.
Doktor olmak istedim
- Sondan başlayalım isterseniz, Erkan Ocaklı neler yapıyor?
Türkücü Erkan Ocaklı, 56 yaşına girmesine rağmen hala türkü imal etmeye çalışıyor. Türkü okumakla kalmıyor, yazıyor, besteliyor, velhasıl görüntüsünü veriyorum.
- Çok bilindik bir hikaye ama müzikle yolunuz nasıl kesişti? Babanız ormancıydı, siz müzik adamı oldunuz...
Ben bir bağlama sanatçısıyım aslında. On üç-on dört yaşlarında sevdalıklara başladım. Köyde bağlama çaldığım sıralarda eğitim için önce Trabzon’a, ardından da üniversite okumaya İstanbul’a geldim. Galatasaray Üniversitesi Kimya Mühendisliği’ne girdim. Ardından orayı bırakıp İstanbul Üniversitesi Zoobotanik Bölümü’ne girdim. Tıp okumak istedim. Puanım da yetmesine rağmen bu bölümü yazmadığımdan başka bir bölüme girdim. Ancak İstanbul’a gelmek müzik hayatımı çok etkiledi. Cemiyetlerde, müzikle ilgili yerlerde çalmaya başladım. 1970’li yılların hemen başında Mine Koşan’a bağlama bile çaldım. Müzik piyasasında tanınmaya başlayınca, yolum Harika Plak’a düştü. Ayhan Güçlücan adlı Oflu bir hemşehrimiz. Yirmi sene ondan ayrılmadım. Harika Plak’tan çok para kazandım diyemeyeceğim. Çünkü bir Oflu’dan ne kadar para kazanabilirsiniz? Bu laf bir espiri olduğu kadar, gerçektir de...
- Hangi yıllar arası Harika Plak’tan albümleriniz çıktı?
1971-91 arası... Hit olan tüm albümlerim bu firmadan çıktı.
- Plaktan cdye geçiş döneminden sonraki değişiklikler, müzik piyasasını nasıl etkiledi?
Plakta ancak iki eser okuyabiliyordunuz. Kaset, ya da cdye on beş eser sığıyordu. Tabii, iş daha yorucu ama hızlı olmaya başladı. Çıkardığım tüm plaklar tuttu. Hatta Trabzonspor türkülerim de çok sevilmişti.
80’lerde Karadeniz pop!
- Trabzonspor’a plak mı yaptınız?
Evet, 1975’te… Trabzonspor 1.Lig’e çıktığında yaptım. Bir eserin sözlerinde,
‘Yeşil sahaları yıktık uşaklar yıktık.
Yaşasın Trabzonspor, 1.Lig’e çıktık’ dedik.
Ardından 80’li yıllar ve radyo günlerim. Radyo’dan sonra, o formatta türküler yapmaya başladım. Mesela, ‘Maçka yolları taşli, geluyi sarı saçlı.’ Ula ula Niyazi, Misir’i kuruttun mi’ gibi eserleri yaptık. Bu dönemde tekno tarzı Karadeniz müzikleri de yaptım…
- Yani kemençenin yanına bas formatı dediğimiz diğer enstrümanlarla o yıllarda müzikler yaptınız yani…
Evet, en az yirmi sene önce biz Karadeniz-pop yaptık ve o zaman da tutmuştu. 85’ten sonra disko tarzı müziklere devam ettik. Çünkü, gençlik bu tür müzikleri seviyordu. Hayatın akışını iyi takip ediyordum, sokaktaki insanların ne istediğini biliyordum. Lahana disko, mısır disko formatları denedik. 90’lardan sonra pop soundlu Karadeniz tekrar çıkmaya başladı. Oysa ben bu müziği daha önce denemiştim.
- 90’lı yılların ikinci yarısından itibaren yeni yüzler ortaya çıktı. Bu dönemde siz Karadeniz-pop, Karadeniz tekno ile karşımıza çıkabilirdiniz.
Plak şirketi… İyi bir plak şirketiyle çalışmak, üreteceklerinizden daha önemlidir. 1990’dan sonra da iyi şeyler ürettim. Ki bu ürettiklerim, yirmi sene önceki eserlerimden kat kat daha iyi. Ama birileri benim önüme set çekti.
- Kim onlar ve sizi nasıl engellediler?
Buna cevap veremem. Benim yapımda suskunluk var. Suskun yapım nedeniyle ilk hanımımdan ayrılmak zorunda kaldım.
- Kim ayırdı sizi ve bunun sanat camiasında dışarıda tutulmanızla ne ilgisi var?
Çok ilgisi var. Tüm sanatçılar için bu geçerlidir. Bağırmak, çığırmak asaletime yakışmazdı, sustum.
Plak şirketim, korsan
- Erkan Bey, anlamadığım noktalar var. Şimdi siz eskiye göre kat kat iyi eserler ortaya koyuyorsunuz ve ama birileri sizin bu camiada olmanızı istemiyor. Yani kasetiniz iyiyse halk alır zaten ve o birileri neden sizle uğraşsın?
İsim veremem ama bu mafya grupları MESAM ve Kültür Bakanlığı’ndan 40 bin kasetimi alıp, “Erkan Ocaklı 40 bin sattı’ dedirtiyorlar. Yani gizli satış. Bu gizli satışla ne İbrahim Tatlıses, ne de Orhan Gencebay uğraşabildi.
- Gizli satış nedir?
Korsan…
- Korsan, bir ülke gerçeği efendim…
Benim firmam yaptırtıyordu korsanı.
- Hangi firma?
İsim vermek istemiyorum.
- Efendim, buna mecbur değilsiniz ama, insanların haber alma hakkını da görmezden gelemezsiniz…
Karadeniz Müzik Üretim… Adnan Yilmaz’in şirketi…Babam yıllar önce bana, ‘Oğlum, malını hırsıza emanet et, çalınmaz’ demişti. Bu laf beni çok düşündürmüştü. Anladım ki, hırsız malı yesin de, beni yemesin.
- Sizin geri plana itilmenizde, bizim anlamadığımız, sizin de anlatmak istemediğiniz çok değişik şeyler var.
Bir misyonum vardı ve o birilerini rahatsız etti. ‘Ezanlar Bizim İçin’i yaptım, bazıları bu eserden çok rahatsız oldu. Trabzonspor’un kuruluşundan bu yana varım, ama sonradan buradan da dışlandım.
- Trabzonspor’dan da dışlandığınızı söylüyorsunuz. Peki, bunda kimin suçu var?
Nedenini ve kimler olduğunu siz bulursanız, bana da söyleyin…
- Efendim, biz böyle bir şey var demiyoruz. Siz diyorsunuz. Nedenini söyleyin diyoruz sadece…
İlk çıktığımdan bu yana, planlı bir şekilde benim üzerime oyunlar oynandı. Cebime para koydular, şöhretimi aldılar.
- Dediğiniz gibi sizin bu camiadan silinmenize karar verilmişse, yerinize birilerini ikame etmiş olmaları lazım…
O kişinin kim olduğu bellidir.
- Yakın zamanda size, ‘Erkan abi, gel seni eski günlere döndürelim’ diye bir teklif geldi mi?
Yoo, bana böyle bir teklifle gelemezler. Ben, ezilirim, yatarım, sürünürüm ama idealim bir gün gerçekleşir. Maddi bir yönden sıkıntım yok, çok şükür. Hafta sonlarım doludur, eğer hafta sonu randevu isteseydin, sana randevu veremezdim.
Hesap vaktim gelecek
- Siz, planlı bir şekilde arka plana itildiğinizi ifade ediyorsunuz. Karadeniz’de klasik türkülerde hep sizin imzanız var. . Yanılıyor olabilirim ancak, buna rağmen, halktan sizi tekrar istediğine dair bir işaret gelmedi.
Hayır, yanılıyorsunuz. Her hangi bir gecede, davette, insanlar benimle fotoğraf çektirmek için sıraya giriyor. Halkın sevgisi bitmez…
- Bu sevgi elbette vardır ama kaç kişinin bundan haberi var…
O tür gecelerde medya temsilcileri olsa, herkesin haberi olurdu.
- Şimdilerde, daha çok Volkan Konak, Kazım Koyuncu, Fuat Saka gibi Karadeniz müziğini batı enstrümanlarıyla başarıyla uygulayan sanatçılar ön planda…
Ben, bu dediğin sanatçıların yaptığını, on beş sene önce yapıyordum. ‘Burun disko’ adlı bir eser yaptım, yıllarca dinlendi.
- Bundan sonra, kendiniz adına bir yol haritanız var mı?
Allah, bedenime, sesime zeval vermesin. Kimse, bu saatten sonra susturamayacak beni. Benim hesap vaktim de gelecek.
- Sanatçıya yakışır üreterek bir hesaplaşma olacak sanırım…
Tabii, dediğiniz gibi sanatçıya nasıl yakışıyorsa öyle olacak…
- Bir dönem Kanal 7’ye de program yapıyordunuz. Neden bıraktınız?
Bıraktırdılar…
- Kim onlar?
İsim veremem. Planın devamı bir süreçtir o... Daha sonra bana bıraktırıp, başkalarını başlatanları da bıraktırttılar. Kanal 7 televizyonuna çıkabiliyorum, ancak mesela ATV, Kanal D gibi kanallarda yokum.
- En son hangi albümü çıkardınız?
İki ay kadar önce Kurtlar Sofrası adlı albümüm piyasaya çıktı.
- Hangi plak şirketinden?
Karadeniz Müzik...
- İsmail Türüt bir zaman, İbrahim Tatlıses ile birliktelik yapınca asıl sıçramayı yapmış ve halkın zihnine kazınmıştı. Siz de İbrahim Tatlıses’in plak şirketinden albümünüzü çıkarmayı deneyebilirdiniz...
Olabilirdi aslında. Belki ileriki günlerde bu birliktelik sağlanabilir.
- Sizin hakkınızda, ‘yaşı ilerledi, artık kenara çekilsin’ diye bir düşüncenin sadır olduğunu düşünüyor musunuz?
Bu tür düşünceler, basit insanların düşüncesi. Benim ne eksiğim var. Sanatım hepsinden ileride ve de daha yakışıklıyım.
- Sahne sanatlarını tümünü düşünün; eskile bugün arasında ne farklar var.
Eskiyle kıyaslanmayacak şekilde imkanlar çok rahat. Bu imkanlarla eskiden olsa çok daha iyi işler çıkardı.
- Karadeniz müziğinin geldiği noktada, iyi ya da kötü emeği olanlar kimler?
En büyük katkıyı Meltem Tv yaptı. Kemençenin kırsaldan kente inişinde bu televizyonun katkısı yadsınamaz. Şahıs olarak da ben...
- Sizin katkınız nedir?
Yumuşak geçişle kemençeyi geniş halk kitlelerine sevdirdim. Kemençeyi önce bağlamayla, daha sonra org gibi diğer enstrümanlarla buluşturdum. Davut Güloğlu, sahneye çıkmadan bana, ‘Nasıl yapayım abi?’ dedi. Ona, ‘sakın takım elbise giyme, kravat takma; yırtık bir tişört ve pantolonla sahneye çık’ dedim. Sonuçlarını gördünüz...
- Karadeniz’in geleneksel çalgısı kemençe; daha doğuda tulum var. Bağlama, özellikle sahilde hiç yok. Ancak iç kesimlerde ve yüksek yerlerde çalındığını biliyoruz. Siz bağlamayla Karadeniz’i temsil etmeye başladığınızda, tepki aldınız mı?
Erkan Ocaklı, kemençeyi sildi’ diye çok üzerime gelinmişti. Bağlamasız türkü mü söyleniyor? Şimdi Karadeniz müziğinde her bir enstürüman var. Bağlama Türk müziğinin ana çalgısı. Kemençe ile bağlamayı yan yana getirebilmek başarıdır.
- Kemençenin Karadeniz’den başka mesela Yunanistan’da çokça çalınıp dinlenmesini nasıl açıklayacaksınız?
Yunanlılar’ın çalıp dinlediği kemençe değil, buzukidir. Kemençe, Karadeniz’den oraya gidenlerin çalgısıdır.
- Sizinle karşılaşınca mutlaka soracağım dediğim bir soru var aklımda: ‘Ula ula Niyazi’ türkünüzdeki Niyazi, gerçek biri mi?
Evet, gerçek biridir, öldü tabii... Kokoş Niyazi, Maçka’da yaşayan Kapıköylü Kokoş Niyazi derlerdi ona... Onlar ilk gençlik zamanlarımızın tip adamlarıydı.
Kara kedi Şenol
- Bir gün her şeyi bırakıp Maçka’ya dönmeyi düşünüyor musun?
Hayır, asla! Gerek Maçka’da, gerekse asıl vatanım olan Artvin Arhavi’de yerimiz yurdumuz var ancak oralara dönme gibi bir niyetim yok.
- Aslen Artvinli’siniz? Laz’mısınız?
Evet. Annem de babam da mohdi idi. Ben de Lazca bilirim.
- Kazım Koyuncu da mohdi?
Evet, tanıyorum ama daha tanışmadık.
- Futbol ve Trabzonspor hiç konuşmadık. Halbuki sizin parladığınız yıllarda, Trabzonspor da ligin tozunu atıyordu. O yılları bir sanatçı olarak nasıl hatırlıyorsunuz?
Bak, o zamanın Trabzonspor’unun, ona buna yol vereyim diye bir düşüncesi olmazdı. Herkesi yenmek için sahaya çıkardı; ama içerde ama dışarda... Arafilboyu’nda rahmetli Cemil’e, ‘Naber he? Dün o golü nasıl yazamadun?’ denmesinden korkardı. Futbolun son noktas neyse, Trabzonspor onu oynuyordu. Ne zamanki menfaatlerin çarpışma alanı haline geldi, işte bu bizi bitirdi...
- O dönemden hangi futbolcular yakın arkadaşınızdı?
Hüseyin Tok, Ali Kemal Denizci, Şenol Güneş... Şenol’a ‘Kara Kedi’ derlerdi. Öyle karayağız bir panterdi.
- Mevcut Trabzonspor ne yapar?
Başkanı çok beğeniyorum, Trabzonspor’u yakışır biçimde temsil ediyor. Şenol Güneş’in dönüşü muhteşem bir olaydır. Kulüp, kendi çocuklarıyla birlik-bütünlük içinde hedefe ulaşacaktır.
- Kaçıncı sanat yılınız?
Otuz beş...
- Kırkıncı sanat yılınızda görkemli bir gala yapayım diye bir düşünceniz var mı?
Yok, gala dilencilik gibi geliyor bana. Halk kıymetimi bilsin yeter.
- Teşekkür ederim, bize vakit ayırdınız...
Ben teşekkür ederim. Çalışmalarınızda başarılar dilerim...
Spt- Erkan Ocaklı, Trabzonspor 1.Lig’e çıktığında Trabzonspor plağı yaptı. Trabzonspor adına yazılan ve bestelenen bu plak, bir anlamda ilklerden. Çünkü, Erkan Ocaklı’nın Trabzonspor plağı, ulusal anlamda seslendirilen ilk Trabzonspor türkülerini içeriyordu. İşte o plaktan:
‘Yeşil sahaları yıktık uşaklar yıktık.
Yaşasın Trabzonspor, 1.Lig’e çıktık’ dedik.
x
EZANLAR BİZİM İÇİN

Kara kara topraklar seni elimden aldı
Şimdi bana hatıra yırtık bir resmin kaldı
Bu kadar genç yaşında toprak olmayacaktın
Gönlüme doğan güneş ah sen batmayacaktın

Ezanlar bizim için okunuyor sevdiğim
Göz yaşım mezarıma dökülüyor sevdiğim

Bu kara topraklarda ah senmi yatacaktın
Sen benim tek gülümdün hani solmayacaktın
x
HAPİSHANE İÇİNDE

Hapishane içinde
Volta vuramıyorum
Aç kapıyı gardiyan
Burda duramıyorum

Hapishane içinde
Kara kara günlerim
Ne oldu bana dostlar
Niye böyle inlerim

Görüyorsun gardiyan
Dertlerim bini aştı
Aç kapıyı gardiyan
Ölüm vakti yaklaştı

Bırakın şu dünyada
Seven seveni alsın
Elveda kardeşlerim
Dünya sizlere kalsın







Maçkalı Hasan Tunç
Maçkalı Hasan Tunç, 1912 yılında Trabzon'un Maçka ilçesine bağlı Mağura (Örnekalan) Köyü'nde doğdu. Babası İbrahim Bey, annesi Ayşe Hanım'dır. Yedi kardeşin en büyüğüdür. Yoksul bir ailenin çocuğu olan Hasan Tunç ilkokulun üçüncü sınıfına kadar okuyabilmiştir. Fakir bir ailenin çocuğu olması onun daha fazla tahsil yapmasını engellemiştir. Bu durum daha sonraki yıllarda onun sosyal yaşamında önemli sorunlara neden olmuştur. Dokuz yaşındayken geçirdiği bir kaza sonucu sağ gözünü kaybeder.

Hasan Tunç, gurbete çıkmadan önce uzunca bir süre annesiyle birlikte yaylacılık yapar. Annesine göre Hasan "hovarda" bir yapıya sahiptir (O ufak yaştan beri "sevdalık edeyi" ifadesi annesine aittir). Bu özelliği ona türkü söyletmiş ve kemençe çaldırmıştır. 1930 yılında 18 yaşındayken aile ortamından ve köy yaşamından kopan Hasan Tunç gurbet kervanına katılarak İstanbul'a gelir. Karadeniz insanı için gurbet denince İstanbul akla gelir. Diğer bir ifadeyle gurbet demek İstanbul demektir bir Karadenizli için.

Hasan Tunç, İstanbul'a kendisinden önce gelen babasının Koca Mustafa Paşa'daki yorgancı dükkanında çırak olarak işe başlar. Burada Maçkalılar'ın önemli bir özelliğini belirtmek yararlı olacaktır. Eski dönemlerde İstanbul'a gelen her Maçkalı, üç meslekten birini seçerdi. Ya yorgancı, ya kalaycı ya da bakırcılıkla uğraşırdı. Hasan Tunç'un da ilk mesleği yorgancılıktır. Aslında bugün bile İstanbul'da ne kadar kemençe sanatçısı varsa çoğunluğunun ilk meslekleri hep aynıdır.

Hasan Tunç dokuz yılını bu mesleğe vermiştir. Bu meslek ona bir yerde şans kapısını da açmıştır. Şöyle ki; Hasan Tunç'un yorgancı olarak çalıştığı mahallede dönemin gözde ismi Türk Sanat Müziği sanatçısı Hamiyet Yüceses ikâmet etmektedir. Hasan Tunç'un bir vesile ile bu sanatçıyı tanıması onun yaşamının bir dönüm noktası olur ve Hamiyet Yüceses'in aracılığı ile İstanbul Radyosu'na bölge sanatçısı olarak kabul edilir. Hasan Tunç ilk evliliğini 25 yaşlarında iken halasının kızı Havva ile yapar. Bu evlilikten Mehmet adlı bir oğlu olur. Ancak bu evlilik uzun sürmez, boşanma ile sonuçlanır. Daha sonra teyzesinin kızı Emine ile ikinci evliliğini yapar. Bu evlilikten Bahtiyar, Mahture adlı kızları ile Yılmaz adlı oğlu olur.

Hasan Tunç, Hamiyet Yüceses'i tanımasının ardından yorgancılığı bırakır ve Haseki Hastanesi'ne memur olarak girer. Ancak burada fazla çalışmaz, kısa bir süre sonra bugünkü adıyla Çapa Tip Fakültesi (Yukarı Gureba) Hastanesi'ne girerek; aralıksız 34 yıl çalışır ve 1973 yılı başlarında emekli olur. Özellikle çalışma yaşamında insani değerleri daima ön planda tutması, onun çevresinde sayılıp, sevilmesini sağlamıştır. Hasan Tunç'un kemençe çalmayı öğrendiği bir ustası olmamıştır.


SANAT YAŞAMI ve ESERLERİ:

Hasan Tunç'un türkü çalıp söylemesi 12-13 yaşlarında başlar. İlk denemelerine kastel denilen olgunlaşmış mısır fidanından kesilerek yapılan ve ince sesler çıkaran basit bir çalgı ile başlamıştır. Daha sonraları kendi yaptığı kemençe ile çalıp-söylediği bilinmektedir. Hasan Tunç'un kemençe öğrendiği bir ustası yoktur. Ancak birlikte çalıp-söylediği yakın dostları olduğu bilinmektedir. Bunlar arasında Salim Akpınar (Kastoroğlu), ve Ocaklı (İspela) Köyü'nden Fehmi Alan (Kuru Fehmi) en tanınmışlarıdır. Hasan Tunç'un kemençe sanatçısı olmasında annesinin yanık ve güzel sesinin etkili olduğunu söyleyenler vardır. Annesinin tarlada çalışırken söylediği türkülere, kemençe ile eşlik ederdi. Eğlence yerlerinde, düğünlerde de çalıp söyleyen Hasan Tunç, genç kızlara türküleri her zaman kendisi söylemezdi, zaman zaman genç ve güzel kızların da kendisine türkü attığı olurdu. Bu türkülerden birisi şöyle:

Ha buradan yukari
Bineyim Taradumi
Eğil öpeyim seni
Alayım muradımi


Hasan Tunç sadece sevmemiş, sevilmiştir de, şu dörtlük bunun ifadesi olsa gerek;

Oy kör Hasan kör Hasan
Kör gözünde kaynasam
Bir derum alsam seni
Bir de derum almasam


Hasan Tunç yaylacılık yaptığı dönemlerde gönlünde yer eden bir komşu kızı için yaylada söylediği bir türkü;

Bağırıyi sığırlari
Sığırların anasi
Benum ufak yavrumun
Var bir kara danasi


Daha peşine gelur
Masti kolominasi
Daha peşine gelur
Suna elifinasi


(Türküde geçen "kalomina, elifina" hirer hayvan ismidir. Rumcadır.)

Hasan Tunç İstanbul'a geldiği yıllarda birkaç taş plak doldurdu. Odeon şirketinde doldurduğu ilk plağındaki türkülerden biri de şudur;

Bu Maçkali Hasan'ın
Yoktur mali, melali
Giyinip de kuşansa
Olur daha belali


Gerek plak çalışmaları sırasında gerekse radyoya girdiği dönemlerde Sadi Yaver Ataman, Cemile Cevher, Ahmet Yamacı, Fatma Türkan Yamacı, Ömer Akpınar, Metin Eryürek gibi sanatçılarla yakın dostluklar kurar. Özellikle Cemile Cevher'in onun sanat hayatında ayrı bir önemi vardır. Bazı türküleri birlikte ürettikleri gibi, bunları çeşitli yerlerde yorumlamışlardır da.

Hasan Tunç'un sanat yaşamında hiç unutamadığı olaylardan birisi de, polis marifetiyle Beylerbeyi Sarayı'na çağırılarak Atatürk tarafından dinlenilmiş olmasıdır. Sahnede kemençe eşliğinde Maçka (Solday) Sevinç Köyü'nden bir ekip horon oynamaktadır. Bu gösteriden çok memnun kalan Atatürk, Hasan Tunç'un sıkıldığını fark etmiş olacak ki kendisini gösteri sonunda yanına çağırır ve kendisine "çal, çal evlat çal, Karadeniz havaları bizim milli havalarımızdır" der. Bu ifade onu çok duygulandırmıştır.

Radyodaki çalışmalarına 1960'lı yıllarda nokta koyan Hasan Tunç kemençesini de Radyoevi müzesine hediye etmiştir. 1983 yılında Karadeniz kültürüne ve Türk halk müziğine yapmış olduğu katkılardan dolayı Kültür Bakanlığı'nca ödüle layık görülmüş ve ödüllendirilmiştir. Hasan Tunç, 1 Mayıs 1986'de Şehremini'deki evine giderken geçirdiği bir kalp krizi sonucu vefat etmiştir. Mezarı Yedikule'deki aile kabristanındadır





VOLKAN KONAK söyleşisi

Annesi, bir erkek çocuğun ardından beş kız doğurduktan sonra tekrar hamile kaldığında, tipik Karadenizli bakışıyla "nasılsa bu da kız olacak, aldırayım" der ve doktora gider. Ancak doktor "Üzülme abla, 300 liraya alırım" deyince sinirlenir: "Ya geç ordan, 300 liraya doğurur da büyütürüm oni." Böylece doğabilir Volkan Konak; 1967 yılının 27 Şubat günü.

Saynur ve Demirağa lakaplı Cevat Konak’ın son çocuğu ve hayatı boyunca, doktor 200 lira dese, bu dünyaya gelmeyeceğinin bilincinde olarak, zaman zaman da "Ee, ben 300 liralık adamım" diyerek.

Trabzon’un Maçka ilçesinin, değiştirilen Rumca adıyla Hacevera (Yeşilyurt) köyüdür doğduğu yer. Dolayısıyla hem genlerinden, hem yetiştirilişinden, Kuzeylidir. Sürmene bıçağı gibi keskin, köşeli, hiçbir zaman yuvarlak bir çakıltaşı olmayacağını bilen bir Kuzeyli. İlçeye üç dört kilometre yürümekle ulaşılan yüksekçe bir köyde doğup büyümesine rağmen, Karayolları’nda işçi olan babası, çocuklarının yarın bir gün okumaya ya da çalışmaya şehre gideceklerini düşünerek verir ilk eğitimini. Dolayısıyla, babasının kavalye niyetine eline tutuşturduğu sandalyeyle, horondan önce "vals" öğrenir. Gaz lambasında Fakir Baykurt’lar, Yaşar Kemal’ler okunur evde. Tabii bir de Nazım Hikmet’ler... Tüm Maçka gibi onun ailesi de yüzde 98 okur yazarlık oranı ve ağır CHP’liliğiyle bilinir. Ama sonuç olarak Karadenizlidirler; Temel’le Dursun’un, bir de Fadime’nin memleketi...

Yıllar sonra bir gün kız arkadaşı yükselen burcunu öğrenmek ister. Bunun için doğduğu saati bilmesi gerekir. "Tek sosyal aktivitesi çocuk doğurmak" olan annesine sorduğunda aldığı cevap şu olur: "Uşağum saatini hatırlamayrım ama çok kar yağmişti!"

ULA UŞAĞUM, KORKARIM RAKI İÇEYSİNUZEn küçük ve beş kızdan sonra doğan erkek olduğu için anne-babasının şımarttığı bir çocuktur. Ama yine de ailenin 14 ineği kadar değil. Yazın okul biter bitmez ailecek yaylaya çıkarlar ve o da diğer kardeşleri gibi, beş yaşından liseyi bitirene kadar çayırlarda inek başı bekler. Annesi önce inekleri besler, sonra onları. İneklerini o kadar sever ki, onlarla konuşur. Yaşlandığında sadece bir inek ve bir buzağıyla kalmış, onlar da gidince, duvara fotoğraflarını asmış, ortalarına da Almanya’da olan büyük oğlunun fotoğrafını yerleştirmiştir.

Yaylada tek eğlenceleri, ağaçlara çıkıp şarkı türkü söylemektir. Halaları, teyzesi, ablaları, babası hepsi yeteneklidir. Ancak o zamanlar yöre türkülerine fazla meraklı değildir; radyodan dinlediği zeybekler, Azeri türküler, Türk Sanat Müziği parçaları ilgisini çeker. Yorucudur yayla günleri; ama onun deyimiyle "rüzgarla hür yaşamış, özgürce şarkılarını söylemiş", doğal beslenip büyümüştür. Ailesi de epeyce eğlencelidir.

Bir gece yayladaki ilkel evin arka odasında mısır püskülünden yaptıkları sigaraları tüttürürken, babaanneleri açar kapıyı. Dumandan gözün gözü görmediğini fark edince şöyle bağırır: "Ula uşaklar korkarım rakı içeysinuz!"

Ailesi eğlenceli ve ilginçtir. Dedesi Neşat Karahasanoğlu, "İsmet İnönü’nün kankası", ilk milli eğitim müdürlerinden ve Maçka’nın 16 yıl belediye başkanlığını yapmış kişidir. Haftasonları Zigana Dağı’nda torunlarına Lorca şiirleri okumuştur, Fransızca. Karısının tabutunu sabit kalemlerle yazdığı şiirlerle doldurmuştur. Ablası Nuran Bahçekapılı, kendi çapında bir ozandır; her şeyin maniyle anlatıldığı o yerde bir sürü destan yazmıştır. Volkan Konak’ın en çok ses getiren parçalarından biri olan Cerrahpaşa’nın sözleri de ona aittir, şimdi son albümde yeralan, Kazım Koyuncu’ya adanmış Gardaş da...

Maçkalı, "Bu dünyadan hayır yok/ Öteki de şüpheli" diyen insandır. Dedesi bir gün, ilçeye imam dayanmadığını fark edince Ankara’ya giderek bakanlıktan imam kadrosu çıkarır. Ahaliyi toplayıp bildirirken, geçici olarak imamlık yapan Ali Osman Çavuş itiraz eder; "Reis bey, iyi ettin de eksik ettin." Niye, diye sorar dedesi. "E bir de cemaat kadrosu getirecektin" cevabı alır.

Volkan ilkokulu bitirdiğinde, köyden Maçka’nın içine taşınırlar. Liseyi orada bitirir. Onun kaderini belirleyen, lisedeki müzik öğretmeni Nurdan Tipi olur. Babasını ikna eder, onu alıp ilk kez adım attığı İstanbul’a getirir ve aylarca çalıştırarak İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuvarı Halk Müziği bölümüne çok iyi bir dereceyle girmesini sağlar. 1987 yılında, İTÜ Sosyal Bilimler’de mastıra başladığında, Maçka’da yaptığı derleme çalışmalarından oluşan "Suların Horon Yeri" adlı ilk albümü de piyasaya çıkar.

Aslında amatör bir çalışmadır bu ama çizgisi için önemlidir; çünkü kendi yöresinin müziğine yaptığı ilk yolculuktur. Konservatuvarda bozlakların, zeybeklerin alıp yürüdüğünü, ama Karadeniz’in olmadığını görmüştür. Bu biraz da Karadenizlilerin tutuculuğundan kaynaklanır ona göre; sanata fazla önem vermemişlerdir o zamana kadar. Bu yüzden Türk filmlerini yanlış aksanlı bir dolu Karadenizli doldurmuştur.

Zaten onun da Neşet Ertaş gibi "gönül" diyebilmesi mümkün değildir. Yöre sazlarını, horonu ondan sonra öğrenir. Ama bununla yetinmez; yeni bir şey katmalıdır bu müziğe. Onun deyimiyle "gökkuşağına yeni bir renk." (dili, biraz "sevgi ve ışık insanları"nın dilidir). Köy müziğimiz var, bir de kent müziğimiz olmalı, der. Etnik motiflerle dünya enstrümanlarını bir arada kullanarak ve Nazım Hikmet, Sunay Akın, Yaşar Miraç, Ömer Kayaoğlu gibi şairlerin şiirlerini besteleyerek yeni bir tarz yaratmaya çalışır. Ama Karadeniz’e gider, oranın sanatçı ve aydınlarını toplayarak "icazet" alır önce. Orhan Gencebay’ın katkılarıyla oluşan Efulim albümü böyle çıkar ve çok beğenilir. Ardından "Gelir misin Benimle", "Volkanik Parçalar", "Pedaliza", "Şimal Rüzgarı" ve "Maranda" albümleri gelir.

MAÇKA İNCİLİZCESU MAÇKA İSPANYOLCASUYaptığı, Karadeniz tadında, kesinlikle Maçka şivesiyle ama Karadeniz olmayan bir müziktir; Volkan Konak müziği... Volkan Konak müziği varsa, bir de Volkan Konak tarzı vardır. İstanbul Dragos’taki Trabzonspor Tesisleri’nin içinde, kendi işletmesi olan Şimal Bar’da tam 12 yıldır, aralıksız program yapan Konak, bunca yıldır biriktirdiği müdavimleriyle farklı bir ilişki kurar. Müdavimlerine sunduğu program, bar eğlencesinden çok bir kültür sanat etkinliği gibidir. Dia gösterileri, şiir okumaları ve şarkı aralarında sahneden sık sık sorular sorular. "Bugün Latince çalışacağız" deyip Latince bir kelimenin ne olduğunu soran, sonra da "haftaya çalışarak gelin" diyen bir müzisyen.

Dersler bazen Türkiye’nin bir bölgesiyle, bazen kompozisyonla ilgilidir. Bu bara kadınsız girmek, dans etmek, istek yapmak yasaktır. Ortama uymayan olursa, Konak şarkıyı keser, "Çıkın dışarı kardeşim, şurda bilmemne pavyon var, oraya gidin" der. Başka konularda değil ama müzik, edebiyat ve sanat konusunda dinleyicisinden 50 santim yukarıdadır (sahnenin yüksekliği bu kadar). Yok megaloman değildir, ama kendini önemser. O "dünyaya kuşbakışı bakıp, kuş gibi görmeyenlerden"dir. Zaten müdavimleri de kendini önemseyen, seçici, kolay alkışlamayan insanlardır. O da onların karşısında mahcup olmamak için dersini çalışır, kendini yeniler, geliştirir. Bütün bunları yaparken derdi, insanların yaşamaya dört elle sarılmasını sağlamaktır; "En son bir ağaca ne zaman sarıldınız, bir solucanla ne zaman sohbet ettiniz?" gibi sorular sorar, baharda patlayan fasulyelerden dem vurur. Bu, Názım Hikmet felsefesidir ona göre.

Fatih Erkoç’la yaptıkları İngilizce düeti kendi barında zaman zaman söyler. Bir gün Erkoç der ki, "Ben hasbelkader İngilizce bilirim ama seninkini pek anlayamıyorum." Cevabı şu olur: "E benimki Maçka İngilizcesi abi." Tabii bir de Maçka İspanyolcasıyla söylediği şarkılar vardır ama... Neyse.

BABAM ÇERNOBİL’DEN ÖLDÜ DEMİYORUM AMA...Bir de kavga adamıdır. Asil olmak koşuluyla kavganın gerekliliğine inanan. Son kavgası, Çernobil kazasının yaydığı radyasyon nedeniyle Karadeniz’de artan kanser vakaları üzerinedir. Sadece ailesinden babasıyla birlikte yedi kişiyi kanserden kaybetmiş, en son meslektaşı Kazım Koyuncu’dan genç yaşta ayrılınca isyan bayrağını çekmiştir. Bir yandan Çernobil’in kanser vakalarına etkisi ve devletin bu konuyla ne kadar ilgilendiğine dair raporlar toplarken, bir yandan söylenir: "Ben babam Çernobil’den öldü demiyorum, ama yüzde 1 etkisi de mi yok? Niye inkar ediyorsun? Bir araştır, bir tanı-tedavi merkezi aç orada, bir özür dile bari."

Şimdi kafası, içinde yavaş yavaş şekillenen yeni bir düşünceyle dolu: Karadeniz Sineması. Konunun ilgililerini bir araya getirip bunu organize etmek en büyük dileğidir. Çünkü bir isyanı da şunadır: "Bizde sadece Temel ve Dursun mu var kardeşim; hiç mi aşk öyküleri yok, devrimci bir hareket yok, hiç mi etnik bir göç, Kuvayı Milliye olayı yok?" Haklıdır belki ama Karadeniz de Temel ve Dursun’suz olmaz ki...

Ağabeyi bulmaca çözmüştür. Soru: Dört harfli Latince güvercin pisliği. Cevap: "Boku". Üç harfli kutsal ışık: Far. İki harfli bir bağlaç: İp. İki harfli, başlıca içeceğimiz: Çay (a ile y’yi aynı kareye sokarak) Şimdi der ki, "Abim için ayrı bulmaca yapmaları lazım, bizim başlıca içeceğimiz su değil ki, çay. Nara yerine heyt yazmış, Allah’tan bulmaca sekiz harfli dememiş, heeeeyyt yazacaktı demek ki."
Kaynak: Hürriyet Gazetesi

Keine Kommentare:

Kommentar veröffentlichen